
Derya ve Asmin'in Hikayesi
12/09/2016

Dünyaya gelişimiz, annelerimizin ömürlerinin sonuna dek yanlarında taşıyacakları, size her baktıklarında hatırlayacakları bir hikayeye dönüşür....
Her doğum, belki de onlarca kez anlatılacak hikâyelerdir.
Bizim hikayemiz, en güzel duygularla çevrili, mutlu sonla biten ama bazı zorlukların da bir parça dâhil olduğu bir hikaye.
Asmin'in geleceğini öğrendiğimde daha önce çok uzağında olduğum güzel bir sürprizle karşılaşmanın şaşkınlığı ve sevinci ile doldu içim. Henüz birkaç milim olan ancak hayatımı ondan önce ve ondan sonraya bölebileceğim güce sahip minik bir garacocco....
Her yeni hafta, kaç milim olduğuna, cetvelin kaçıncı çizgisine denk geldiğine bakmakla ve hayal kurmakla geçti...
Her anne adayının yaşadığı kadar sıradan ve her anne adayının yaşadığı kadar özel zamanlar geçirdim. Onunla ilk karsılaşmamız hikayemizin yeni maceraları için bir milat olacaktı...
Sahi nasıl olacaktı?
Babaannemden çocuklarını tarlada doğurduğunu ve hiç canının yanmadığını dinlemiştim, annem beni doğururken neler yaşadığını defalarca anlatmıştı....
Simdi sıra bendeydi. Benim, yaşıtlarıma ve benden sonrakilere anlatacaklarım, içinde birazcık 'keşke' barındırıyor....
Yürümek, egzersiz yapmak, beslenmeye dikkat etmek, pozitif doğum hikayeleri okumakla dolu 9 ay geçirdim. Karnımı burnumda gören herkes, içinde hiçbir komiklik barındırmayan şakalarına başlamıştı. "Daha doğurmadın mı sen?" "Buldu rahatı çıkmayacak tabi" şeklindeki kelime öbeklerini günde en az 15 kere duymaya başladığım sıralarda doktorum da 40. hafta ile birlikte zamanın yavaş yavaş bittiğini hatırlatan konuşmalarına start vermiş oldu.
Ben ise "Doğumu ne başlatır", "Doğum nasıl başlatılır" gibi Google aramaları ve aroma terapi banyoları ile meşguldüm.
41. Haftada sabaha kadar uyuyamadığım bir gecenin sonunda hafif bir kasılma hissettim. Eşime o çok beklediğimiz anın geldiğini söyleyip onu uyandırdım, banyoya giderken amniyon kesesinden çıkan suyla hafif hafif ıslanmaya başladım. Kasılmaların 20 dakikada bir gelmesine ve henüz hastanelik bir durum olmamasına rağmen apar topar hastaneye götürülmekle birlikte, doğumuma sahip çıkma fikrim birbiriyle kavga etmeye başlamıştı.
Hastaneye gittiğimizde bayramın 1. günü olması sebebiyle çok sakin bir ortamla karşılaştık. Bu beni çok mutlu etti. Sakin sakin doğum dalgalarımı karşılamayı, çantama koyduğum kuruyemişlerle enerji toplamayı, plates topumda zıplayıp açılmayı hızlandırmayı umuyordum. Böyle hayal etmiştim, böyle olmalıydı!
Fakat kendimi artık bir şey yememesi gereken, damar yolu açılmış ve karnına bağlanan NST ile hareketsiz kalmış bir halde buldum. Gebeliğimin 9 ayı çok sağlıklı ve sıfır sorunla geçmesine rağmen, doğum için içinde bulunduğum ortam, bana her an bir problem çıkacakmış gerginliği vermeye başladı. NST'den görüldüğü kadarıyla sancılarım düzenli aralıklarla ve gayet şiddetli idi. Odamı ara sıra ziyaret eden ebeler neden hala bağırmadığımı soruyordu. Dayanılmayacak hiçbir ağrı hissetmiyordum.
Sabah 6'da geldiğimiz hastanede, 8 saat geride kalmıştı. Açılma yok denecek kadar azdı. Doktor, suyun bittiğini ve bebek için sıkıntı olabileceğini hatırlatıyor, aile üyeleri de var güçleri ile işi çok uzattığımı ima ediyordu. Hikâyemin kahramanları biz değildik artık. "Doğumuna sahip çık" diyen her öğretti anne adaylarına bu dünyanın en doğru şeyini söylüyor. Size, sizin olana sahip çıkmanızı öğütlüyor. Bu, dünyadaki en haklı kavga....
Evet kavga, çünkü her şey içinde, karşıtı ile var oluyor dünyada. Siz sakin kalmak için uğraşırken, birileri çok heyecanlı oluyor; siz doğuma konsantre iken, birileri bir an önce bebeği bulunduğu yerden çıkarmayı düşünüyor; siz çok özel bir an yaşamak isterken, birileri tüm kapıları açıp büyüyü bozuyor. Hastaneye gelmemizin ardından geçen 10 saatten sonra, tüm gününü yatağa bağlı geçirmiş her gebe gibi irademizin bizden alınmasının bir sonraki aşamasına geçtik. Sezaryen kararı alınmıştı. Uygulama, spinal anestize ile gerçekleşecek, böylelikle bebeğimin ilk anlarını görebilecektim....
Bayramlıkları ile hastaneye gelen anestezi uzmanı bana sakin kalmamı öğütlüyor, herkes bir şeyler söylüyordu ama ben aklıma bile getirmediğim bu ihtimalden kaçmak istiyordum. Kaçamazdık! Yeşil önlüğü giyip, sedyeye uzanma zamanıydı. Ameliyathanede spinal anestezi uygulaması akabinde 5 dakika içinde uyuşacağımı söylemişlerdi. Fakat uyuşmadım. Ayaklarımı oynatarak, hiçbir şey yapmamalarını henüz uyuşmadığımı söyledim.
O ana dek hatırladığım tek şey, suratı değişen sağlık ekibi ve 'başka çare yok, komple uyutuyoruz...' cümleleri... Spinal uygulama başarısız olduğu için, genel anestezi ile uyutulmuştum. Uyandığımda nefes almakta zorlanıyordum. Kendimi toparlamaya çalışarak geçen dakikaların ardından bebeğimi, anneannesinin kucağında gördüm...
Her bebek kadar güzeldi ama sonradan anlatılanlara göre tek söylediğim, 'anne çok güzel, bu benim bebeğim mi?' olmuş.
Amaliyathanede geçirdiğim operasyonla bebeğimin benden koparıldığını hissediyordum. Birileri bizim hikayemizi talan etmişti.
Bizimdi bu hikâye, şimdi nasıl kendi yolumuzda gidecektik? Doğumla kopan bağ, yeni bir şekil alarak farklı bir yola girer. Bizim o anlarımız çalınmıştı. Şimdi tekrar kurma zamanıydı. Onu koynumda tuttum. Emzirdim, göğsümde uyuttum. O beni lohusalık korkularımdan arındırdı. Bana ne kadar güçlü olduğunu hatırlattı....
Tüm bebekler gibi annesine yakın olmak onun kokusunu duymak istiyordu. Onun bana, benim de ona ihtiyacım vardı. Hikayemize yeni bir kahraman dâhil oldu.
Bizi yeniden birbirimize bağlayan, kopan her şeyi yerine koyan bir şey! Onu bana, beni ona yakın tutan, huzuru birlikte bulduğumuz bir şey. Sling!
Slingler, bebeği annenin vücuduna sarmaya yarayan uzun kumaşlardır... Sizi bebeğinizle tek vücut yapar. Bu, bizim ihtiyacımız olan şeydi.
Onu slingime koyup uyuttum... Orda emzirdim, tüm gün birlikteydik. Orada sakinleşiyorduk, ikimize de iyi geliyordu.
"Alışacak, oradan çıkmayacak", "Nedir bu garagözlük!", "Sana ne isterse yaptırır!" diyen herkes haksızdı. Bizim olana bu sefer kimse karışamadı. Sling, hikâyemizin en iyi kahramanı oldu, bizi kötü duygulardan korudu. Her şeye rağmen sağlıkla büyüttüğüm yavrum simdi 11 aylık...
do&bem bizim olana sahip çıkmamız için gerekli desteği sağlayan, hayranlık duyduğum ve keşke hikayemize dahil olsaydı dediğim bir oluşum... Yaptığı şeyin ne kadar önemli ve değerli olduğunu yavrunuzu kucağınıza aldığınızda daha derinden hissedeceksiniz, buna eminim.
Pozitif doğum hikayeleri bize güç verir. Benim hikayem de size ne kadar güçlü olduğunuzu hatırlatsın!
Bu yazının tek teşekkürü do&bem’in böyle hikayeleri yayınlama fikrine ve bu yolla kadınları birbiriyle ortaklaştıran içtenliğine gitsin...
Teşekkürler Zehra Ayça Aysen...